20 Haziran 2017 Salı

MARS KİTAPLIĞINDAN MEKTUP VAR



Uzun bir süredir aklımdaydı böyle bir liste, buraya eklemeye vakit bulamıyordum. Artık zamanın Momo'yu hatırlattığı bölümdeyim. Gülümseten, düşündüren, şaşırtan,  "Hiç mi değişmez insan?" dedirten, akılda kalan, daha nice duyguyu hissettirenlerin bazıları :

    Suç ve Ceza – Dostoyevski.
                Kumarbaz – Dostoyevski.

                Ev Sahibesi – Dostoyevski.
                İvan İlyiç’in Ölümü – Tolstoy ( Umarım kimse İvan İlyiç gibi ölmez).
                Kreutzer Sonat – Tolstoy ( Fonda Beethoven Kreutzer Sonat’ı da dinleyin derim).
                Gogol – Bir Delinin Hatıra Defteri ( Palto’nun etkisinden kurtulamadım).
                Borges’in Babil Kitaplığı Serisi ( mümkünse serinin tüm kitapları).
                Sibop – Başar Başarır.
                Az Şekerli – Sait Faik Abasıyanık
                Kayıp Aranıyor – Sait Faik Abasıyanık
                İstanbul Tramvayları Dan Dan!... – Selim İleri
                İstanbul Bu Gece Yine Sensiz – Selim İleri
                Sona Ermek – Selim İleri
                Saatleri Ayarlama Enstitüsü – Ahmet Hamdi Tanpınar
                Huzur – Ahmet Hamdi Tanpınar
                Amok Koşucusu – Stefan Zweig
                Satranç – Stefan Zweig
                Kadınlar Rüyalar Ejderhalar – Ursula K. Le Guin
                Kitap Evi – Enis Batur
                Kütüphane – Enis Batur
                Sır – Enis Batur
                Masumiyet Müzesi – Orhan Pamuk
                Kafamda Bir Tuhaflık Var – Orhan Pamuk
                Kırmızı Saçlı Kadın – Orhan Pamuk
                Otomatik Portakal – Anthony Burgess
                Dokuz Anahtarlı Kırk Oda – Murathan Mungan
                Yüksek Topuklar – Murathan Mungan
                Zaman Makinesi – H. G. Wells
                Momo – Michael Ende

NOT: Liste sıralamasında herhangi bir derecelendirme yoktur. Fotoğraftakiler Temmuz listesine aittir. 

       Mars Tozu kitaplığından sevgiler.

                

15 Haziran 2017 Perşembe

ÇOCUKLUK DUYGULARININ GENETİĞİ

Sevgili Herakleitos, ilk cümlem sana : “Değişmeyen tek şey değişimin kendisidir” demiştin ya, yanılmışsın! Evrende değişmeyen tek şey çocukluğun kendisidir. Bu savımı çocukluğumuza inen Freud ile ya da “insanın anavatanı çocukluğudur” diyen yazarlarla değil, hangi neslin çocuğu olursa olsun, duygularla savunacağım. Eğer yaşadığım şu dönemde zaman makinesi fikri gerçeğe döner de dördüncü boyutta karşılaşırsak, biraz da laflarız, yanımda çekirdek de getiririm, söz.

Bir leğen, içi su dolu elbette, bir de beyaz sabun, işte bu ikisi bir araya geldiğinde kardeşimle en sevdiğimiz oyunlardan biriydi sütçülük! O sabunu bitirene kadar, yani suyun rengini beyaza çevirene kadar uğraşırdık, sonra al eline bir maşrapa, başla süt satmaya! Sanıyorum işin en keyifli kısmı su! Ellerimiz buruştu ya hep öyle kalacak diye de oyunun ardından bir korku sarardı bizi. Şimdi traş köpüğü kullanıyoruz çocuklar için bazı oyunlara… Çamur oyunlarımızı hatırlarım, bu yıl havalar yeni yeni düzeliyor buralarda, ilk fırsatta çocuklarıma da çamurla oynama fırsatı tanıyacağım: biri su taşır, biri çamuru kıvama getirir, bir diğeri elinde çalı çırpı, hayali mimari bir şahesere dönüştürür. Belki dev bir fırın, belki bir saray, bir labirent, tatil köyü… Artık o gün sanatçının aklına ne gelirse. Bir gün baraj yaptığımızı hatırlıyorum, taşlardan kapakları olan, çalı çırpı yine barajın set kısmı, oldukça afili bir yapı; ben suyu biraz hızlı döktüm, baraj tarumar. “Demek bir yerde hata yapmışız, çamuru güçlendirmek lazım ki sel olursa yıkılmasın” dedi biri, biz yine başladık imece usulü barajı yeniden inşa etmeye. Ağlamadık, pes etmedik, birbirimizi suçlamadık… Bu oyunu bize yetişkinler kurmamıştı, ya da ötekinde sabunu kullanarak “Sütçülük oynayın çocuğum” dememişti biri, biz bulmuştuk. Günümüz öğrenme yaklaşım ve uygulamalarında özellikle vurgulanan becerileri yapmış mıyız? Evet. Yaratıcı düşünme var, problem çözme becerisi var, eleştirel düşünme var, hatta ekip çalışması ve birbirine saygı da var. Sizler de düşünün oyunlarınızı, neler yok ki!

Canım çocukluk! Yüz yıl öncekiler de karanlıkta yatağının yamacında bir yerde saklanmış canavardan korkup gözlerini yumardı, bugünün çocukları da karanlıkta “ya canavar çıkarsa” diye korkuyor. Otuz yıl öncekiler de ölmüş bir hayvan için mezar yapardı, şimdikiler de aynı merhametle yaklaşıyor. Bin yıl öncekiler de başkasında farklı bir oyuncak gördüğünde aynısı kendisinin de olsun isterdi, bugünün çocukları da istiyor. Aslında oyunların türü, oyuncakların maliyeti değişse de hissettirdiği duygular ilk çocuktan bugüne aynı kalıyor.

Kahkahası, üzüntüsü, kıskançlığı, merhameti, acımasızlığı; hatırladığınız tüm duygular, yüreğinizde derleyin hepsini… Ne değişmiş? Sanki problem çözme becerisi kısmında biraz sıkıntı var. Neden? Oyunu çocuk kendisi kurmuyor, problemle karşılaştığında çözümde devreye yetişkin giriyor, hani şu meşhur “seçenek sunma” yaklaşımı en hafifletilmişi. Çalı çırpıdan oyuncak yapabilme, tencereleri kullanıp türlü oyuncaklar icat edebilme fırsatı yok, oyunu illa ki önüne sunulanlarda sanıyor. Sorumluluğu ödevlerle eş değer tutuyor. Oysa bizler, arkadaşlarımızla oyun kurarken evlerimizden bazı eşyaları götürerek yeni oyuncaklar yapardık. Evden getirilenlerin de birer sorumluluk olduğunu oyun kurarken öğrenirdik. Ne zaman çocukluk duygularının genleriyle oynadık bilmiyorum. Teknolojinin mi bu duyguların üzerinde yan etkisi oldu yoksa bizler mi yan etkiyi oluşturduk bu ayrı bir yazı konusu. Çocuklarımıza doğal ortam sunmaya, organik yiyecekler yedirmeye çalışırken, acaba asıl zararı ilk çocuktan bu yana değişmeyen duygulara mı yaşatıyoruz? Hakikaten biz yetişkinler neden çocukların oyunlarına burnumuzu sokuyoruz? Neden en ufak bir sorunda pes ettiklerinden, yenilgiyi kabullenemeyişlerinden, en eğlenceli oyunları bile yarış olarak algılamalarından yakınıyoruz da aşabilecekleri engelleri ellerimizle yok ediyoruz?

Her bir kuşak bir öncekinden daha ileri gitmiş, düzen bu: boynuz kulağı geçer. Duygular hiç değişmemiş. Tutuğumuz takım yenilince, kupayı kazanan takıma yüzümüzü dönmüşüz, karanlıktaki hışırtıdan korkmuşuz, kardeşimizi kıskanmışız, gece yatağa yatınca anlamsızca kıkırdamışız… E bırakalım da biraz tencere tabak dolabı karışsın, mutfak gereçleri oyuncak kutusundan çıksın, yorgan nevresim dolabı (eski evlerde yüklük) boşaltılıp çocuklara gizli ev olsun. Ben size Marslıları yollarım temizliğe! Gelecek nesillere çocukluk duygularını değişime uğramadan aktarabilmemiz için yeter ki duyguların genleri aynı kalsın! “Hayatı kalbin gibi yaşarsın” der annem, bırakalım da çocukların kalbi çocuk kalsın!

Sevgiyle kalın...