8 Eylül 2017 Cuma

EYLÜL VE YETİŞKİN AMİGDALASI


15 Ağustos 2017’de Molecular Psychiatry ( Moleküler Psikiyatri) dergisinde bir makale yayınlandı. Avusturalya’da beynin yapısı üzerine çalışmalar yapan bilim insanları, beyni anlayabilmek ve bazı rahatsızlıkları daha etkin tedavi edebilecekleri bir yenilikle karşılaştılar. Duyguların uzmanı, acıyı, sevinci, hüznü, heyecanı, kaygıyı, korkuyu, aşkı depolayan amigdalada dayeni hücrelerin oluştuğunu gözlemlediler. Dikkat çeken kısım, yetişkin amigdalasında bu yeniliklerin olması. Yetişkin beyninin bir başka bölümünde yeni oluşan hücrelerin olduğu biliniyordu. Ancak duygu merkezi olan yetişkin amigdalasında hücrelerin yenilenmesi pek çok alan için çığır açacak bir keşif.

Bu keşfin bilimsel olarak kaygı bozuklukları tedavilerindeki olası etkilerini, duyguların anlaşılmasını bilim adamlarına bırakıyor, sonraki çalışmalarını heyecanla bekliyorum. Beni ilgilendiren kısma geliyorum.

Geçen yıl bu zamanlar Enerji Panelleri ve Eylül başlıklı yazımda, yenilenmeyi ve Eylül’ün neredeyse tüm insanlarda oluşturduğu heyecan etkisinden bahsetmiştim. Doğum günümün Eylül’de olmasından değil bu ayı böyle sevmem ( bu ayrı bir keyif olsa da). Evinizde okula gidecek kimse olmamasına rağmen, bu ay sizi de heyecanlandırır. Tatlı bir başlangıç mutluluğu sarar. Güneşli, güzel bir yaz geride kalırken, pencere aralandığında taze umutları, yeni kararları, yenilenen esintileri burnunuzun ucuna getirir. Bunun kollektif bilindışı kavramıyla bir ilgisi olabilir mi? Sanki Jung o zamanlar bunu da fark etmiş. Nasıl ki yılan, zaman ve mekandan bağımsız olarak, yüzyıllardır insanların fobisi; bence okullarınilk kez Eylül’de açılmasıyla birlikte okul başlangıcı da heyecanı. İlk kez okullar ne zaman ve hangi medeniyetle Eylül’de açılmaya başladı, araştırdım ama bulamadım. İşte bu yenilenme, bize onlardan miras! Okulların başlangıcının bu tarihe denk gelmesi, tesadüf değilse, tarım toplumlarındaki düzenle ilgilidir diye düşünüyorum. Doğanın kendini yenilemesi, yeni tohumların yeşermesi için hazırlığa başlaması, bundan daha iyi bir zamanlama olamazdı sanırım.

Şimdi gelelim yetişkin amigdalasının yenilenen hücrelerine! Yaşlı, bilinci kapalı bir insanın bile gözünden süzülen yaşa şahit olanları dinledim. Tam tersini de “gülümsüyordu” diye anlatanları da… Duygular işte, çok başka bir alan. Yenilenebilenler, yeniden sevebilenler, acılarını iyileştirenler, kaygı ve korkularıyla baş edebilenler, acıların ardından mutlu olabilenler; bu sözüm size : Tedirgin olmayın, bunlar yenilenen hücreleriniz hem de yeniden doğan… Beden yaşlansa da, duygularımızın tazeliğini devam ettirmesi, amigdalada tamamen yeni oluşan hücrelerimizden. Beden dinçliği bizlere bir şeyleri yapabilme özgürlüğü tanırken, duyguların dinçliği varoluşumuzu belirliyor. Ayna nöronları ise bu duyguların karşılıklı olarak aktarılmasını sağlıyor. Bu demek oluyor ki biri yenilenmeye açık olduğunda diğeri de yenileniyor. Hatta gelecek nesillerde!

Belli bir yaştan sonra size “Sen çok değiştin, hayırdır, hııııı!” gibi yorumlar yaparlarsa, tüm sorumluluğu amigdaladaki nöronlara atabilirsiniz, elbette bu değişiklikler güzelse!

Yenilenen ve bu güzel hücrelerini bizlere ayna nöronlarıyla yansıtan herkese sevgiler! 





·         Evidence for newly generated interneurons in the basolateral amygdala of adult mice. Jhaveri DJ, et al. August, 2017. Molecular Psychiatry.



6 Eylül 2017 Çarşamba

AYNADA ÇARPIŞAN NÖRONLAR



Ayna nöronlar, 1990’larda Parma Enstitüsünde beyin üzerine yapılan bir araştırmada keşfedilmiştir. İlerleyen yıllardaki çalışmalarla ayna nöronların duygularımız, davranışlarımız ve öğrenme becerilerimizdeki rolü şekillenmeye başlamıştır. Esnemenin bulaşıcı olması, üzümün diğer üzüme bakarak kararması, kan aldıran birini gördüğümüzde bizim de kolumuzda acı hissetmemizin başrol oyuncusu oldukları ortaya çıkmıştır. Bu oyuncuların bilimsel araştırmalardaki sonuçlarıyla sizi boğmak istemiyorum. Biraz sonra anlatacaklarım ilginizi çekecek olursa, özellikle İngilizce bilenlerin “Theory of Mind” anahtar kelimesi ile karşılaşacakları sürprizleri kendilerine bırakıyorum.

Hepimiz, özellikle ilk üç yılımızda gözlemleyerek ve taklit ederek öğrenmeye başladık. Basitçe öğrenmenin temelinin taklit olduğunu söylesem, şaşırtıcı olmayacaktır sanıyorum. İşte bu sevgili nöronlarımız sayesinde yürüyor, el sallıyor, tel sarar yavrum oynuyoruz. Gördüğümüz davranışı, uyguladığımızda öğrenme gerçekleşmiş oluyor. Konuştuğumuz dili öğrenmemizde de bu güzelim nöronların etkisi yadsınamaz. Şimdi şaşırtıcı kısma geliyoruz: Sadece davranışlarımız değil, duygularımızın pek çoğunun da başrol oyuncusu oluyorlar. Tuttuğunuz takımın maçını izlerken öfke, sevinç, kazanma hissi; bir film seyrederken ağlama, oyuncuya kızma… Gördüğümüzü aktardığımız, sanki biz yaşamışız gibi hissettiğimiz müthiş bir yetenek ile karşı karşıyayız. İşte burada empati bizi bir reverans ile karşılıyor. Karşımızdaki bir insanın anlattığı bir olayda onun gibi hissedebildiğimizde, acıyı, mutluluğu, hüznü, öfkeyi yaşamış gibi paylaştığımızda… Empati yeteneğimizin dışa vurumu, ayna nöronlarının iletişiminden geçiyor. Bazı bilim insanları, “vicdan” gibi varoluşumuzun en temel durumunun bu nöronlara bağlı olduğu sonucuna ulaşıyorlar. Bu da empatinin, DNA kodlarımızda hâlihazırda var olduğu anlamına geliyor, eğer ayna nöronlarında herhangi bir hasar yoksa.

Ayna nöronlarımızla, hem bireysel hayatımızı hem de birlikte olmayı inşa ediyoruz. Hayata bakış açımızı oluşturuyoruz. Temel sağlamsa, diyecek söz yok elbette. Benim bu araştırmalar arasında en etkilendiğim kısma gelirsek: Doğuştan bu kodlama ile var oluyorsak ve bu yeteneği geliştirilebilmek bizim elimizdeyse; ayna nöronlarımızı tamamen neden iyiliğe ve mutluluğa yönlendirmeyelim? Güzel olan her şeye yöneldiğimizde, beynimizin içinde güzelliklere dair duyguların nöronları ışık saçıyor (gerçek MR görüntülerine bakıldığında).

Aynanın karşısına geçip, kendinize gülümseyin. Şu an hiç gülümseyecek havamda değilim, diyorsanız, şakacıktan da olsa yapın bunu. Kendinize karşı ayna nöronlarınızı harekete geçireceksiniz ve bir süre daha böyle hissettiğinizde, duygularınız davranışa dönüşecek ve mutlu olacaksınız. Mutluluğu taklit ederek mutlu olmak, en basit öğrenme becerisiyle gerçekleşecek kadar kolay. Davranışların duyguları etkilemesinin tam tersini söylüyorum: DUYGULARINIZ DAVRANIŞLARINIZI ŞEKİLLENDİRİYOR. Bu yaptığınız, “Günaydın kendim, bugün çok mutlu bir gün geçireceksin!” ya da “Pozitif enerji yolluyorum” gibi enerji uzmanlarının ya da yaşam koçlarının kullandığı türde masallardan değil. Evrene pozitif enerji yollama hiç değil! Beyninizin iyonlarının harekete geçmesinden bahsediyorum.

İş burada, sadece kendinizle de bitmiyor. Karşımızdaki insanın duygularını hissetmekten bahsediyorsak, insan ilişkilerindeki duygular da bu işin içinde. “Gülmek bulaşıcıdır.” “Mutsuz insanlardan uzak dur” gibi cümleler, bilimsel araştırmalarla şehir efsanesi olmaktan çıkıyor. Hepimiz birbirimizin aynasıyız.

Kopyala-yapıştır özelliği ilk kez tanıtıldığında, salonda bulunan insanlar tarafından coşkuyla alkışlanmıştır. Beynin ve bilgisayarların birer bilgi işleme mekanizması olduğu düşüncesinden yola çıkarak ayna nöronların, kopyala-yapıştır özelliğine ilham vermiş olması uçuk bir fikir olmaz sanırım.

Eğlenceli bir şarkı dinlediğimizde keyifleniyorsak, mutluluğu paylaştığımızda arttırıyorsak, karşımızdaki insanın ne hissettiğini az çok anlayabiliyorsak; güzel olan her şeyi kopyala- yapıştır yapalım ki insanlık kazansın. Yükseltin ayna nöron aktivitelerinizi, tamamlandığınızı hissedeceksiniz.