23 Haziran 2016 Perşembe

S+V+OBJ VE KALIP İNSANLAR

     “Yarın” kelimesi size ne ifade ediyor? Geleceği mi? Ben size “yarın” kelimesinin geleceği ifade etmediğini, aksine geçmişi ifade ettiğini söylesem? Zamanı tanımlayan bu kelimeye farklı bir anlam yüklemeden, derinliğine inmeden tamamen geçmiş anlamında kullanarak üstelik? Çıldırdın mı? Ne demek istiyorsun dediğinizi duyar gibiyim. Evet, iki küçük çocuğa göre bu kelime, “dün” olarak kullanılıyor. Herhangi bir sorun var mı? Bence yok, nasılsa zamanı geldiğinde bu iki kelime yerinde kullanılacak. Bir sonraki ve bir önceki gün kavramlarının doğru kullanıldığını gördükten sonra kelimelerin karmaşasına takılmamak gerekiyor.

    Gelelim başlığa; S+V+OBJ, birçoğumuzun yabancı dil öğrenirken aşina olduğu kalıp ya da formüldür. Öğrenim hayatımızın bir kesitinde mutlaka bunlarla karşılaşmışızdır.  İfade etmeye çalıştığımız neredeyse her durum için bu formülle yola çıkmışızdır. Önce kuralları bilelim ki, sonra bu kurallara göre cümleleri kurarız, öyle değil mi? Değil! Baştan sonra değil hem de! Bu formüle göre, bir dil öğrenilseydi ( gerçek öğrenme), bilgisayarlardaki sistem gibi tıkır tıkır bir sürü dil kullanıyor olurduk! Bir dili kullanmak, hatta yaşamak ile o dili öğrenmek bir birinden çok farklıdır.

    Dili kullanmaktan kastım, sevginizi ifade etmeniz, hoşlanmadığınız bir durumu belirtmeniz, yanlış gelen bir yemeği değiştirmeniz, havaalanında karışan valiziniz için yetkililere köpürmeniz ya da yürürken birine çarptığınızda özür dileyebilmenizdir. Bu örnekleri gün içerisinde ihtiyaçlarınıza göre arttırabilirsiniz. Yani dil, hayat gibi dinamiktir. Bazen bir durumda “biz henüz bu konuyu öğrenmemiştik ama!” dersiniz. O öğrenmediğiniz durumlarda, şimdiye kadar size öğretilen kalıpların kurtarıcı olmadığını anlarsınız, birden tüm kalıplar sıfırlanır. İşte o zaman da şimdiye kadar öğrenmiş olduğunuz kelimelerle, kalıpların dışında bambaşka cümleler kurarsınız. Elbette kalıp insan değilseniz!

    Bir dil öğrenmek, hayatı yaşamanın ta kendisidir. Ummadığınız bir anda, aşil topuğunuzdan vurulduğunuzda, sisteminiz yeni bir baş etme yolu çıkarır karşınıza. Ya da neyle karşılaşacağınızı bile bile yola devam ettiğinizde, daha önce hiç fark etmediğiniz bir mola yerinde durur, keyfini çıkartırsınız. Elbette kalıp insan değilseniz!

    Keyfini sürmek de, yeni bir mücadeleye girmek de, baş etme yollarında yeni keşifler de kalıp insanların bilemeyeceği durumlardır. Onlar, böyle durumlarda daha önce ezberlediklerini uygulamaya çalışırken, sadece belli sonuçlara odaklanarak, süreci kaçırırlar. Oysa bazen, sürecin yaşattığı mutluluk, hüzün, acı, sonuçtan daha güzeldir.

    Dil, hayattır. Hayat, tüm evrenle ve evrenin her zerresiyle etkileşimdir. Bazen bir zerre, etkileşim halinde olduğunuz tüm evrene ışık saçabilir ya da o evreni alt üst edebilir. Sonuç size ne hissettirirse hissettirsin, kendi evreninizde yaşadığınız duyguların tadını damağınızda hissediyorsanız, yani gözyaşınızı saklamıyor, kahkahanızı kısmıyorsanız, siz kalıp insan değilsiniz! Yaşıyorsunuz!

11 Haziran 2016 Cumartesi

BALONLAR VE KUM TORBALARI

    Kapadokya'da hiç sıcak hava balonuna bindiniz mi? Benim henüz öyle bir hikayem olmadı. Fırsat olsa sıcak hava balonuna binme cesareti gösterir miydim? İnanın, bilemiyorum. Biraz ürkütücü geldiğini itiraf etmeliyim. Sabahın çok erken saatlerinde, büyülü Kapadokya manzarasını bir balondan izleme fikri bile kalbimin sıkışmasına sebep oluyor.

    Beni ilgilendiren, onlarca metre yükseklikten büyülü Kapadokya manzarasını  bir balonda izlemek değil de, o balonun etrafındaki kum torbalarının ne zaman ve nerede işe yaradığı. Balonun içinde, gökyüzünde süzülürken ( diğer tüm balonlarla beraber), aşağıda görebileceğim manzara ya da süzüldüğüm o an ne kadar yaşanmaya değer olursa olsun, o kum torbaları da bizimle beraber uçmayacak mıydı? İhtiyaç olsa da olmasa da, balonun etrafında bizimle birlikte, gittiğimiz her yere gelmeyecek miydi? Ne zaman rahatsız ederdi kum torbalarının balonun etrafında oluşu da onları atardık?

    Öyle sanıyorum ki beni tanıyanlar konuyu nereye getireceğimi tahmin ettiler. Evet, yüklerimize, sorumluluklarımıza, mecburi işlerimize, üzüntülerimize, acılarımıza, telaşlarımıza, gerginliklerimize... Ve sizin de okurken eklemek istediğiniz her kelimeye...

     Gökyüzünde süzülen tüm balonlar, birbirine çarpmadan, kendi sistemlerini de bozmadan uçmalıydı; uçmalıydı ki bir ahenk oluşsun. Balonların içinde yeterli sayıda insan olmalıydı, fazlası balonun uçuşunda sorun oluştururdu. Balondan tüm manzara görünmeliydi ki böyle bir deneyim yaşanmaya değer olmalıydı. Buradaki deneyimin romantik bir anı olarak zihinde yer etmesini etkileyecek hava koşulları ve rüzgarın yönü de iyi hesaplanmalıydı. Ancak, bir balon uçuşunda bazen her şey hesaplandığı ya da kontrolde tutulduğu gibi gitmezdi, öyle değil mi? Bazı acil durumlarda, kum torbaları aşağıya bırakılmak zorundaydı.

    Şimdi kum torbalarının aşağıya bırakıldığı ya da bırakılması gerektiği zamanları nasıl anlıyorsunuz? Size soruyorum! Kendi hayatlarımızı birer sıcak hava balonu olarak düşündüğümüzde, hangi durumlarda kum torbalarını rahatça uçtukları yerden alıp, hızla aşağıya atıyorsunuz? Tehlikenin en son anında mı yoksa tehlikeli olabilir diye düşündüğünüz zamanlarda mı?

    Mutlu olduğumuz durumlar ne kadar göreceli ise, mutsuz olduklarımız da ayrışıyor aslında birbirinden. Benim "yoruldum" dediğim an, belki sizin için çoktan tükendiğiniz bir andır. Ya da bir başkasının "ben bununla baş edemem" diyerek tükendiği bir an, benim için bir başlangıç bile olabilir. Ağrı eşiği gibi: hayatı yüklenmek ya da o yükü taşıyabilmek. Bence tüm bu farklılıklar arasında önemli olan, tüm yükleri nasıl taşıdığımız, yani baş edebilme yöntemlerimiz. Aslında bir de bu yüklere karşı bağlılık düzeyimiz ki bu da belki başka bir yazının konusu olabilir. Sadece bazı insanların üzülmeye ya da yorulmaya meyilli olabileceklerini anımsatayım isterim size.

    İster manzara seyretmek için, ister romantik bir an yaşamak için, ister yaşam deneyimimize bir anı daha eklemek için balonla uçmak isteyelim, sebebi ne olursa olsun hiç fark etmez; yük olarak hissetiğimiz an kum torbalarını salıvermek önemli olan.İşte o zaman uçuş daha sağlıklı olacaktır. En azından güzel bir uçuş deneyimi için riskleri azaltmış olacağız.

    Kum torbalarını salıverme tarzınızda, önceliklerinize göre yüklerinizi hafiflettiğinizi düşünelim: yani öncelikle hangilerini atmak istersiniz? Birden fazla kum torbası ile dolaştığımızı düşünüyorum şu dönemde. Bazen sadece günün 24 saatine yetişebilme çabası bile başlı başına bir kum torbası oluyor. Can alıcı kısım ise o kum torbalarını bilerek ve isteyerek mi taşıyoruz, yoksa olmazsa olmazlar olarak mı sunuluyor bize? İşte bunun ayrımına varmak bile hayatınızdaki bir kum torbasını atmanızı sağlıyor.

    Size yük olan, her bir kum torbasını düşünün; bazen uçmak için yükleri hafifletmek gerekiyor. En azından bir kaç tanesini bıraktığınızda, daha keyifli bir hayatı yaşamaya başlıyorsunuz. Daha az yorulmak, daha az düşünmek, daha az sorumluluk almak, daha az koşturmak daha çok nefes almak demek!

Keyifli uçuşlar dilerim.


5 Haziran 2016 Pazar

ANTİK KENT



     Dünyanın herhangi bir yerinde, antik kent gezerken neler hissederdiniz? Yıkık dökük taşların, belki de temeli kalmış evlerin, sular altındaki iskelelerin üzerinde dolaşırken diyorum, aklınıza neler geliyor?

    Kentin neden yıkıldığı mı? Yoksa bu zamana kadar kentin nasıl ayakta kaldığı mı? 

    Daha doğrusu asıl sormak istediğim şu; siz de benim gibi boyut değiştiriyor musunuz gezerken? Acaba diyorum, onların da pes ettiği zamanlar olmuş muydu? Ya da çok yorulup, bunalıp hayatın anlamını aradıkları zamanlar? İnsanoğlu var olduğu ilk günden bu yana, varoluşunun sebebini hep sorgulamış mıydı? Nelere üzülmüşlerdi, nelere sevinmişlerdi? Var oluşumuzdan bu yana madem duygular hiç değişmemişti, onlar nasıl baş edebilmişlerdi? Bilmiyorum...
     
    Bizim yıkıntılar arasında dolaştığımız yerlerde, bir zamanlar birileri neşeyle yürümüş, koşarken düşmüş ya da pazardan aldığı elmayı düşürmüş olabilir miydi? Unutuyorlar mıydı mesela? Unutmak için uğraşıyorlar mıydı? Ya da tam tersi hatırlamayı nasıl başarıyorlardı? Paradoks...

    Oysa biz şimdilerde paradoksu, korkuları yenmek için kullanıyoruz. 
     
    Jetgiller'in yaşadığı hayat nasıl şu an bize çok uzak gelmiyorsa sanırım antik kentlerin insanları da şu andan çok eski bir tarihte kalmış olamaz. 

    Aslında ne kadar kısa bir zaman diliminde yaşıyoruz öyle değil mi? Bir gün bizim de yaşadığımız şehirlerin yıkıntıları üzerinden birileri geçerken belki aynı duyguları hissedecek ya da aynı soruları soracak, kim bilir? 

    Demem o ki, hayat, hayatın anlamını sorgulamaya müsaade etmeyecek kadar kısa ve bizler tüm insanlığın zaman çizgisinde aslında birer hiçiz. Bütün bu sorgulamalara ayıracak vaktimiz yok aslında! An dediğimiz o iki harfli ama evrenselliğinde sonsuz anlamlı kelime, kendi içerisinde yüzyılları barındırıyor. Var oluşumuzu, var oluşumuzun anlamını ve hayatın kaynağını...

    Neyi yaşıyorsak o anda yaşamalı ve tüketmeliyiz. Ağlıyorsak, göz yaşının; gülüyorsak kahkahanın; öfkenin, hüznün, neşenin, dalgınlığın, dağınıklığın ya da serzenişin... Özgürlük, belki de an içinde yaşadığımızı sonuna kadar tüketebilmek! 


    Antik kentlerin insanları ne kadar özgürlerdi? Ya siz, siz ne kadar özgürsünüz?