Şu aralar en çok nelerle meşgulsünüz
ya da nelerle mücadele ediyorsunuz diye sorsam, muhtemelen anlatırken
cümlelerin bir ucuna insanların davranışları da takılacaktır. Fazla iş yükünüz
vardır, kendinize zaman ayıramıyorsunuzdur, bazı sıkıntılarınız vardır, ara ara
boğuluyor gibi oluyorsunuzdur, istediğiniz şeyleri elde edemiyorsunuzdur…
Listeye maddeleri ekleyip çıkartmak yine size kalmış. Uğraştıklarınız ne olursa
olsun bir yerde “İnsan”a takılıyorsunuzdur. Herhangi birinin sizi anlamadığı,
yargıladığı, yanlış anladığı bir kenara; tüm bunların arasında bir de egosu
yüksek insan davranışlarına maruz kalıyorsunuzdur. Yüksek ego tanımı buraya ne
kadar uygun, bunu bu yazıda tartışmayacağım. Ancak şu aralar, en sık duyduğum,
birebir karşı karşıya kaldığım insan davranışları arasında bu “egosu yüksekler”
grubu var. Her ne kadar umursamaz olmaya
çalışsanız da, çalışıyorsunuz işte! Hepten yok saymak, görmezden gelmek ister
istemez mümkün olmuyor. Çünkü bir noktada bu egosu yüksekler grubunun ekseni
ile kesişiyorsunuz.
Size bu grup ne hissettiriyor
bilmem ama ben elimde olmadan “nasıl oluyor da bu kadar yükseğe uçulabiliyor?”
diye şaşkınlık yaşıyorum. Sanki zaman ilerledikçe bu grubun kalabalığı da
artıyor. Vasıfsız bir kalabalık… Fazla gürültülü, fazla sonuçsuz. Fazlaları da
siz ekleyin listeye, göreceksiniz ki liste hayli kabarık olacak. Sebebi ister
fazla öz-güven, ister yetersizlikleri kapatma çabası isterse de çocukluktan
yetişkinliğe taşınmış duygu durum bozuklukları olsun, bizlere hissettirdiği
duygular hemen hemen aynı oluyor. Bizdeki durum, bu gruba ait olan insanların
yakınlığına ya da iletişim sıklığına göre değişiyor; kimimiz kendisini bir
cendereye sıkışmış gibi bile hissedebiliyor.
Madem diyorum, gün geçtikçe
sayısı artan bu grubun davranışlarına istesek de istemesek de maruz kalıyoruz,
o zaman bir hareket planı çıkartayım; hatta kendi hareket planımı paylaşayım. Daha
iyi nasıl hissettiğimi, gerçekte nasıl da onları görmediğimi anlatayım. En azından
insanlarla ilgili kısmını: bana kendimi, yani olduğum gibi olan beni değerli
hissettiren insanların hayatıma kattığı tınıya kulak kabartıyorum. İşte bu
kadar basit!
Öfkemin eninde sonunda sırtıma
saplanacak bir bıçak olarak dönmeyeceğinden emin olduklarım var mesela, onların
beni sakinleştirici sesini duymak için daha çok çaba sarf ediyorum. Günün telaşında,
ötelediğim hayallerimin değerini bana hatırlatanları önemsiyorum. Başladığım bir
işte, fazla kaygılıysam “sakin ol” diyen sesi daha iyi duymaya çalışıyorum. Ya da
kendi zihnimde olduğundan fazla büyüttüğüm bir olayı, fıkraya çevirip, kahkaha
atmama sebep olanları yanımdan, yamacımdan ayırmıyorum. İş makinelerinin
çıkarttığı gürültüyü duymamak için yeni bir gürültü oluşturmak değil bu! İş makineleri
orada çalışa dursun, iç dünyamdaki sakinliği ön planda tutarak yaşamak bu!
Diyeceğim o ki canınızı sıkan,
keyfinizi kaçıran insanlar mutlaka olacaktır; olsunlar da! Keyfinizi yerine
getirenler de olacaktır, onlar da olsunlar! İnsana, insan gerek. Ama bazıları
var ki -onlar az sayıda – varlığıyla kendinizin farkına vardığınız, aslında kim
olduğunuzu çok iyi hissettiğiniz, uzakta da olsanız gücünden güç aldığınız,
yetersizliklerinizle ve yetkinliklerinizle siz olduğunuzu anımsadığınız… İşte
onlar, onlar hep var olsunlar. Aileniz, dostlarınız, yani sevdikleriniz
arasında bu insanların sesini daha çok duymak için mücadele edin. Asıl mücadeleniz,
onların sesini yükseltmek yerine, kendi kulaklarınızı onların sesine açmak
olsun. Çünkü onlar, tüm detayları anlatmasanız da, hatta konuşmasanız da sizi
en iyi anlayanlar.
İnsanla başlayıp, insanla
bitirmek; gökyüzü ve yeryüzü gibi bir zıtlık aslında. Ama sonuçta birinden biri
olmasa, ötekinin ne olduğunun da bir anlamı olmazdı… İyi ki varız ve hep var
olalım.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder