16 Ekim 2017 Pazartesi

ELA VE LALE’YE SEVGİLERLE


Merhaba bütün 1. sınıf insanları! Biliyorum çok kalabalık bir grubuz ve hemen hemen hepimiz aynı duyguları paylaşıyoruz. Kim bu Ela ve Lale! Bıraksak parkta oynasalar, kum havuzlarında kirlenseler, oyuncaklarıyla oynayıp, kek yeseler! Ama olmuyor. Lale, lale ekerken, Ela un eliyor. Bu seriye yeni kelimeler, yeni harfler eklendikçe işler karışıyor. Çocuklarla ödev yaparken, “Ya ben nasıl bu hale geldim, hiç böyle şeyler yapmazdım!” diyenler parmak kaldırsın. Sakin kalabilmek adına dişlerimi sıktığımı itiraf ediyorum. Bakıyorum iş çığırından çıkacak “Haydi yavrum mola verelim, yoruldun.” diyorum. Ah! Onun yorgunluğu mu yoksa benim sabır çıtamın aşağılarda sürünmesi mi? Tahmin edin.

Sevgili Ela ve Lale ekibi ( ELAKİN saz heyeti oluyoruz) , şöyle yaklaşın biraz, çocuklar duymadan anlatacaklarım var. İlk diş, ilk sözcük, ilk adım, ilk ayakkabı gibi bir heyecan yaşıyoruz hepimiz. “Ne zaman okuyacak bu çocuk?” diye endişe, gerilim, korku, heves karışımı farklı bir duyguyla karşı karşıyayız. “Elek ile ekle karıştı, eyvah okuyamayacak mı? Deftere doğru yazamamış, eyvah yazamayacak mı? Yapamayacak mı? Çocuğumun zekâsında bir sorun mu var? Beceriksiz mi bu çocuk?” sıralayın siz de ne var ne yok hepsini, çekinmeyin iç sesinizden başka ses olmayacak. Okur efendim, okur! Ortalama bir zekâya sahip herkes okur! Okuma yazma bir beceridir. Ama bir ay önce ama bir ay sonra, hepsi okur. Nasıl ilk sözcüğünde alkışladınız, ilk adımlarında desteklediniz,  ilk ayakkabısını kullanırken mutlu oldunuz, hatırlıyor musunuz? İşte öyle bir andayız hepimiz. Sabırlı ve sakin olun. Elimizde biletimiz bir araca yetişmiyoruz ki! 

Bir de onların tarafından bakın. Okula ilk başladığım günleri hatırlıyorum, öğretmenim annemin yakın arkadaşıydı ve  annemle aynı okuldaydım. Buna rağmen, korkularımı hatırlıyorum. “Nasıl olsa annem yakınımda” güveni yerine, “Ya yapamazsam” kaygısı hâlâ yüreğimde bir yerlerde duruyor.  Okullar açılmadan birkaç gün önce annemle okula gittiğimde elimde bir bisküvi vardı. Annemin yanında oturmuş bisküvimi yerken birden “Sen bensiz mi yiyorsun o bisküvileri, öğretmenine ikram etmek yok mu?” diye sordu öğretmenim. Bende müthiş bir korku çığlığı: “Eyvah, bu kadın benim öğretmenim olursa bütün yiyeceklerimi yiyecek mi şimdi?” Buyurun size kendimden bir çocukluk korkusu örneği. Öğretmenimi hâlâ çok severim. Yeteneklerimi keşfeden, onları besleyen, ufkumu açan yüce insandır kendisi. Bana kazandırdığı pek çok şey için de minnettarlığımı hep dile getiririm. Ancak görüyorsunuz ki çocuk dünyasının sınırsız hayal gücü, komik korkuları da besliyor.

Sevgili Ela ve Lale ekibi! Çocuklarımız teneffüste arkadaşlarıyla oynamayı başarabildiler! Arkadaşlık kurup, okul kurallarını öğrendiler. Öyle bir düzenle karşı karşıya kaldık ki, hayatımıza bir anda sihirli değnek değmişcesine programlandık. Oyundan, evcilikten, oyuncaktan kopup bir anda defter düzenine, kitap sırasına, kalemtıraşa atıldılar. Öğretmenlerine güvendiler. Okul müdürünün komutlarına uydular. Diyeceksiniz ki “Bu çocuklar okul öncesi eğitimi aldı, o kadar da değil!”. Farklı şey efendim, farklı! Okul öncesi eğitimde kurallar olsa da etkinlik ve oyun temelli ilerlediler. 1.sınıfa başlamadan bir hafta öncesi ile bugünü düşünün, ne kadar ilerledi çocuk? ELAKİN saz ekibinden bahsetmiyorum elbette! Topluma uyum benim asıl kriterlerim.

Şimdi değerlendirin, kendinize samimi bir şekilde şunları sorun : “Çocuğumun arkadaşlarına davranışları nasıl? Sırasını bekliyor mu? Arkadaşının kendisinden önce bir kelimeyi hızlı ve doğru yazmasını nasıl karşılıyor? Sınıf ve okul içerisinde akranlarının farklılıklarına saygı gösteriyor mu? Öğretmeninin kazandırmaya çalıştığı sorumluluklarla arası nasıl? Akranlarına zarar veriyor mu? Akranlarıyla uyum içerisinde eğlenebiliyor mu? Derse odaklanabiliyor mu? Dikkatini derse ve ödeve verebiliyor mu? Öğrendiklerini hayatına yansıtabiliyor mu? Öğrendiklerine kendisi de yeni bir şeyler ekleyebiliyor mu? Sorular soruyor mu?”

Okuma yazmayı öğrenmek değil asıl mesele. İlla ki öğreniyoruz çoğumuz. Toplumda saygıyı, kişiler arası saygıyı kavrayabiliyor mu? Asıl meselemiz bu olmalı diye düşünüyorum. Başkasıyla rekabet halinde olan değil, kendisiyle yarışan; kendi hatalarının farkında olup onları düzeltmeye çalışan bireylere ihtiyacımız var. En önemlisi de yaptığı işi keyifle, mutlulukla yapanlara… İnsanları asıl mutlu eden şey başarıları değil, yaptıkları işten aldıkları doyumdur. Çocuklarımıza bir an önce okumayı öğrenmeleri yerine, öğrenmenin bizzat kendisinin değerini vermek de biz anne ve babaların işi. Üzülerek söylüyorum ki hiçbir öğretmen karakterin hamurunu şekillendiremez. O hamuru şekillendirmek ailenin elinde. Şimdi sakin olun, tüm vesveselere kulaklarınızı kapatın. Çocuğunuzun öğrenme sürecinin keyfini yaşayın. İlk adımların titrekliğini hatırlayıp, yüzünüze kocaman bir gülümseme yerleştirin. Ela ile Lale’yi el ele rahat bırakın.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder