Merhaba bütün 1. sınıf insanları!
Biliyorum çok kalabalık bir grubuz ve hemen hemen hepimiz aynı duyguları
paylaşıyoruz. Kim bu Ela ve Lale! Bıraksak parkta oynasalar, kum
havuzlarında kirlenseler, oyuncaklarıyla oynayıp, kek yeseler! Ama olmuyor. Lale,
lale ekerken, Ela un eliyor. Bu seriye yeni kelimeler, yeni harfler eklendikçe
işler karışıyor. Çocuklarla ödev yaparken, “Ya ben nasıl bu hale geldim, hiç
böyle şeyler yapmazdım!” diyenler parmak kaldırsın. Sakin kalabilmek adına
dişlerimi sıktığımı itiraf ediyorum. Bakıyorum iş çığırından çıkacak “Haydi
yavrum mola verelim, yoruldun.” diyorum. Ah! Onun yorgunluğu mu yoksa benim
sabır çıtamın aşağılarda sürünmesi mi? Tahmin edin.
Sevgili Ela ve Lale ekibi (
ELAKİN saz heyeti oluyoruz) , şöyle yaklaşın biraz, çocuklar duymadan
anlatacaklarım var. İlk diş, ilk sözcük, ilk adım, ilk ayakkabı gibi bir
heyecan yaşıyoruz hepimiz. “Ne zaman okuyacak bu çocuk?” diye endişe, gerilim,
korku, heves karışımı farklı bir duyguyla karşı karşıyayız. “Elek ile ekle
karıştı, eyvah okuyamayacak mı? Deftere doğru yazamamış, eyvah yazamayacak mı?
Yapamayacak mı? Çocuğumun zekâsında bir sorun mu var? Beceriksiz mi bu çocuk?”
sıralayın siz de ne var ne yok hepsini, çekinmeyin iç sesinizden başka ses
olmayacak. Okur efendim, okur! Ortalama bir zekâya sahip herkes okur! Okuma
yazma bir beceridir. Ama bir ay önce ama bir ay sonra, hepsi okur. Nasıl ilk
sözcüğünde alkışladınız, ilk adımlarında desteklediniz, ilk ayakkabısını kullanırken mutlu oldunuz,
hatırlıyor musunuz? İşte öyle bir andayız hepimiz. Sabırlı ve sakin olun.
Elimizde biletimiz bir araca yetişmiyoruz ki!
Bir de onların tarafından bakın.
Okula ilk başladığım günleri hatırlıyorum, öğretmenim annemin yakın arkadaşıydı
ve annemle aynı okuldaydım. Buna rağmen, korkularımı hatırlıyorum. “Nasıl
olsa annem yakınımda” güveni yerine, “Ya yapamazsam” kaygısı hâlâ yüreğimde bir
yerlerde duruyor. Okullar açılmadan birkaç
gün önce annemle okula gittiğimde elimde bir bisküvi vardı. Annemin yanında
oturmuş bisküvimi yerken birden “Sen bensiz mi yiyorsun o bisküvileri,
öğretmenine ikram etmek yok mu?” diye sordu öğretmenim. Bende müthiş bir korku
çığlığı: “Eyvah, bu kadın benim öğretmenim olursa bütün yiyeceklerimi yiyecek
mi şimdi?” Buyurun size kendimden bir çocukluk korkusu örneği. Öğretmenimi hâlâ
çok severim. Yeteneklerimi keşfeden, onları besleyen, ufkumu açan yüce insandır
kendisi. Bana kazandırdığı pek çok şey için de minnettarlığımı hep dile
getiririm. Ancak görüyorsunuz ki çocuk dünyasının sınırsız hayal gücü, komik
korkuları da besliyor.
Sevgili Ela ve Lale ekibi!
Çocuklarımız teneffüste arkadaşlarıyla oynamayı başarabildiler! Arkadaşlık
kurup, okul kurallarını öğrendiler. Öyle bir düzenle karşı karşıya kaldık ki, hayatımıza
bir anda sihirli değnek değmişcesine programlandık. Oyundan, evcilikten,
oyuncaktan kopup bir anda defter düzenine, kitap sırasına, kalemtıraşa
atıldılar. Öğretmenlerine güvendiler. Okul müdürünün komutlarına uydular.
Diyeceksiniz ki “Bu çocuklar okul öncesi eğitimi aldı, o kadar da değil!”.
Farklı şey efendim, farklı! Okul öncesi eğitimde kurallar olsa da etkinlik ve
oyun temelli ilerlediler. 1.sınıfa başlamadan bir hafta öncesi ile bugünü
düşünün, ne kadar ilerledi çocuk? ELAKİN saz ekibinden bahsetmiyorum elbette!
Topluma uyum benim asıl kriterlerim.
Şimdi değerlendirin, kendinize
samimi bir şekilde şunları sorun : “Çocuğumun arkadaşlarına davranışları nasıl?
Sırasını bekliyor mu? Arkadaşının kendisinden önce bir kelimeyi hızlı ve doğru
yazmasını nasıl karşılıyor? Sınıf ve okul içerisinde akranlarının
farklılıklarına saygı gösteriyor mu? Öğretmeninin kazandırmaya çalıştığı
sorumluluklarla arası nasıl? Akranlarına zarar veriyor mu? Akranlarıyla uyum
içerisinde eğlenebiliyor mu? Derse odaklanabiliyor mu? Dikkatini derse ve ödeve
verebiliyor mu? Öğrendiklerini hayatına yansıtabiliyor mu? Öğrendiklerine
kendisi de yeni bir şeyler ekleyebiliyor mu? Sorular soruyor mu?”
Okuma yazmayı öğrenmek değil asıl
mesele. İlla ki öğreniyoruz çoğumuz. Toplumda saygıyı, kişiler arası saygıyı
kavrayabiliyor mu? Asıl meselemiz bu olmalı diye düşünüyorum. Başkasıyla
rekabet halinde olan değil, kendisiyle yarışan; kendi hatalarının farkında olup
onları düzeltmeye çalışan bireylere ihtiyacımız var. En önemlisi de yaptığı işi
keyifle, mutlulukla yapanlara… İnsanları asıl mutlu eden şey başarıları değil,
yaptıkları işten aldıkları doyumdur. Çocuklarımıza bir an önce okumayı
öğrenmeleri yerine, öğrenmenin bizzat kendisinin değerini vermek de biz anne ve
babaların işi. Üzülerek söylüyorum ki hiçbir öğretmen karakterin hamurunu
şekillendiremez. O hamuru şekillendirmek ailenin elinde. Şimdi sakin olun, tüm
vesveselere kulaklarınızı kapatın. Çocuğunuzun öğrenme sürecinin keyfini
yaşayın. İlk adımların titrekliğini hatırlayıp, yüzünüze kocaman bir gülümseme
yerleştirin. Ela ile Lale’yi el ele rahat bırakın.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder