28 Nisan 2018 Cumartesi

KALBİNİZİ NASIL BİLİRSİNİZ?


Kaç yıldır yaşadığımız alanlarda birbirimizin yüzüne bakmadığımızdan, “Merhaba, günaydın, iyi akşamlar” demediğimizden şikâyetçiyiz, hatırlayan var mı? Çalışma hayatı, günlük telaşlar, hayatın başlı başına kendi hızı böyle durumlarda günah keçisi ilan edilebilir. Hepimizin bu tür durumlar için geçerli bahaneleri vardır. Sanıyorum çok azımız, “Ben insanlara merhaba demeyi sevmiyorum.” diyecektir. Hayatın hızına kendimizi kaptırdığımız zamanların dışında, gerçek hayata bir es verdiğimiz yerlerde değişiyor sanki bu durum, ne dersiniz? Herkesin ortak sıkıntı yaşadığı bir alanda daha farklı davranıyoruz. Hastanedeysek, gündüz tedavi kısmını kastetmiyorum, hastanın başında beklerken, diğer bekleyenlere daha olumlu ve ılımlı davranıyoruz. Birbirimizi anlıyor, empati kuruyor, gülümsemeyle bile olsa birbirimize destek oluyoruz. Aynı anda, birbirinden farklı olan onlarca belki de yüzlerce insanın ortak davranışı hepimizin iletişimde iyi olduğumuzu ispatlamıyor. Sadece ortak kaygılarımız bizlerin birbirimizi daha iyi anlamasını sağlıyor. Ortak kaygılarda, kim olduğumuzun, mesleklerimizin, sosyal statümüzün hiçbir önemi kalmıyor. İsimlerimiz dahi önemsizleşiyor… Bu gibi durumlarda birbirimize iletebileceğimiz tek şey güzel dilekler oluyor… Sadece insan olmak değil mi bu aslında? Sahip olduğumuz her şeyin, bizi biz yaptığını zannettiğimiz her bir sıfatın geçersiz olduğu anlar… İşte bu kadarız ve aslında bu kadar olmak, zaman zaman unuttuğumuz varoluş sebebimiz…

2017 Nobel Kimya ödülünü alan Laureate Jacques Dubochet, insanoğlunun bütün farklılıklarının da üzerindeki en büyük yeteneğinin birbirini sevmek olduğunu söylüyor. Karmaşık bir kelime sevmek…  Farklı anlamlar yüklüyoruz, bambaşka beklentilere giriyoruz. Sevmenin özü, kimlikleri, isimleri, meslekleri, kazançları, sahip olunan her şeyi bir kenara bıraktığımız zamanlarda ortaya çıkıyor.

Madem hamurumuzda sevmek var, günlük hayatın akışında neden unutuyoruz ki kaygı anlarında hissettiklerimizi, bilmiyorum… Tıpkı çocukların oyun alanlarında birbirlerinin isimlerini bilmeden birlikte oynamayı becerebildikleri gibi… Biz yetişkinler bunu nerede bırakıyoruz? Hani bıraktığımız yeri hatırlasak da alsak cebimize, çantamıza koysak. Sonra günde bir kere çıkarıp hatırlasak, alışkanlığa dönüştürür müyüz? Ne güzel olurdu!

Ayna nöronlarından bahsetmiştim bir zamanlar, hani tıpkı onlar gibi, zaten nöronlarımız davranışı kopyalayıp uygulamaya programlı, zaten karşılıklı hissettiklerimizi anlayabiliyoruz, neden yapamıyoruz ki?

Yine sanırım sonuç, artık imza niyetine kullandığım cümleye çıkıyor: İnsan kalbine göre yaşar…

Hep güzel kalplere denk gelelim… 



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder