Kaç yıldır yaşadığımız alanlarda
birbirimizin yüzüne bakmadığımızdan, “Merhaba, günaydın, iyi akşamlar”
demediğimizden şikâyetçiyiz, hatırlayan var mı? Çalışma hayatı, günlük
telaşlar, hayatın başlı başına kendi hızı böyle durumlarda günah keçisi ilan
edilebilir. Hepimizin bu tür durumlar için geçerli bahaneleri vardır. Sanıyorum
çok azımız, “Ben insanlara merhaba demeyi sevmiyorum.” diyecektir. Hayatın hızına
kendimizi kaptırdığımız zamanların dışında, gerçek hayata bir es verdiğimiz
yerlerde değişiyor sanki bu durum, ne dersiniz? Herkesin ortak sıkıntı yaşadığı
bir alanda daha farklı davranıyoruz. Hastanedeysek, gündüz tedavi kısmını
kastetmiyorum, hastanın başında beklerken, diğer bekleyenlere daha olumlu ve
ılımlı davranıyoruz. Birbirimizi anlıyor, empati kuruyor, gülümsemeyle bile
olsa birbirimize destek oluyoruz. Aynı anda, birbirinden farklı olan onlarca
belki de yüzlerce insanın ortak davranışı hepimizin iletişimde iyi olduğumuzu
ispatlamıyor. Sadece ortak kaygılarımız bizlerin birbirimizi daha iyi
anlamasını sağlıyor. Ortak kaygılarda, kim olduğumuzun, mesleklerimizin, sosyal
statümüzün hiçbir önemi kalmıyor. İsimlerimiz dahi önemsizleşiyor… Bu gibi
durumlarda birbirimize iletebileceğimiz tek şey güzel dilekler oluyor… Sadece
insan olmak değil mi bu aslında? Sahip olduğumuz her şeyin, bizi biz yaptığını
zannettiğimiz her bir sıfatın geçersiz olduğu anlar… İşte bu kadarız ve aslında
bu kadar olmak, zaman zaman unuttuğumuz varoluş sebebimiz…
2017 Nobel Kimya ödülünü alan
Laureate Jacques Dubochet, insanoğlunun bütün farklılıklarının da üzerindeki en
büyük yeteneğinin birbirini sevmek olduğunu söylüyor. Karmaşık bir kelime
sevmek… Farklı anlamlar yüklüyoruz,
bambaşka beklentilere giriyoruz. Sevmenin özü, kimlikleri, isimleri,
meslekleri, kazançları, sahip olunan her şeyi bir kenara bıraktığımız
zamanlarda ortaya çıkıyor.
Madem hamurumuzda sevmek var,
günlük hayatın akışında neden unutuyoruz ki kaygı anlarında hissettiklerimizi,
bilmiyorum… Tıpkı çocukların oyun alanlarında birbirlerinin isimlerini bilmeden
birlikte oynamayı becerebildikleri gibi… Biz yetişkinler bunu nerede
bırakıyoruz? Hani bıraktığımız yeri hatırlasak da alsak cebimize, çantamıza
koysak. Sonra günde bir kere çıkarıp hatırlasak, alışkanlığa dönüştürür müyüz?
Ne güzel olurdu!
Ayna nöronlarından bahsetmiştim
bir zamanlar, hani tıpkı onlar gibi, zaten nöronlarımız davranışı kopyalayıp
uygulamaya programlı, zaten karşılıklı hissettiklerimizi anlayabiliyoruz, neden
yapamıyoruz ki?
Yine sanırım sonuç, artık imza
niyetine kullandığım cümleye çıkıyor: İnsan kalbine göre yaşar…
Hep güzel kalplere denk gelelim…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder